tatil planları forever

ufaktan tatil için hazırlıklara başladım. fiziksel olarak değil de daha çok mental olarak. okumak istediğim kitaplara karar veriyorum. veremiyorum. hepsini yanımda götürmek istiyorum. fakat bu sefer gerçekten minimalist bir bavul yapacağım. bu sene ki challengem bu. 3 şort 2 mayo 3 thirt filan. bu minvalde şeyler alacağım yanıma. bir tane terlik bir ayakkabı. saç yağı, yüz maskesi bir tane belki. o kadar. tuzlu tuzlu gezip her gün aynı şeyleri giyeceğim. çıplak ayak basıp yerlere ıslak mayo ile güneşleneceğim. sabah yüzümü denizde yıkamadan önce meditasyon yapacağım. ofis kankalarımdan biri ile ile gideceğiz. onu da takacağım peşime. meditasyondan sonra hoop deniz. biraz boş sahilde yatmacılık sonra eve kahvaltıya. kahvaltıdan sonra öğlen uykusu 🙂 sonraa yine deniz. bu sefer biracılık. akşam gün batana kadar denizde kalacağım. şahane şarkılar indiriyorum spotime. salkım söğüt ağacının altında akşama kadar yatacağım. gün batımında eve gidip rakı soframı kuracağım, ince ince demleneceğim. her günnnn ama herrr gün bunu yapmayı planlıyorum. canım ice’da eğer gelirse işte o zaman şahane olur. dadından yenmez bir tatilll 🙂 kafamın, ruhumun nasıl olduğunu anlatan sık sık dinlediğim ve bu aralar bayaa bana ii gelen bir şarkıyı da koyayım şuraya 🙂

hem yol şarkısı hem yaz şarkısı …

indirBig

bu ikisini çok okumak istiyorum. bir de şu an sardunya sokağını okuyorum. ama o gidene kadar biter. bir iki tane daha bişiler var aklımda. onları da sonra netleşince yazarım ki burada da bir bakayım bu tatil neler okumuşum diye.

bir dinginlik bir sakinlik geldi bana. çok güvenli bir limana çekmişim sanki minik teknemi, büyük bir badire atlatmışım, ucundan yakalanıyormuşum fırtınaya daaaa hoop kaçmışım gibi bir his. güzel bir his. özlediğim bir his. daha uzun uzun yazarım hislerimi de çekiniyorum. insan kendi blogundan çekinir mi? ben çekiniyorum. çok şımarmak çok havalanmak, hemen kapılmak istemiyorum. sakin sakin gelmesini istiyorum her şeyin. tüm güzelliklerin, olacak bütüün mucizelerin yavaş yavaş beni bulmasını istiyorum. sırası ile olacak her şey biliyorum. hepsine kalbim açık. çok seviyorum olduğum yeri, çok seviyorum insanlarımı. hahahaha bayaa sevgi pıtırcığı oldum yine. gideyim de iki sözleşme hazırlayayım ne biliiim çalışıyormuş gibi yapayım bari 🙂

 

öbdüm kib bay

 

gidelim mi buralardan?

grip olmadım beaaaan!! diye içten içe sevinirken midemi üşüttüm. sanırım bu hayatımda ilk defa başıma geliyor. ya da bu derecesi başıma ilk defa geliyor.

içim şişti. ama yani ööle bööle şişmedim. midem patlayacak sandım, soğuk soğuk terledim, mideme bıçaklar saplandı sanki, sancıdan gece uyuyamadım, bir üşüme bir titreme musallat oldu ki sorma gitsin. ne beter bişimiş canım bu mide üşütmesi. pazartesi günü ofise geldim ama doğrulamıyorum resmen. işlerim var eve gidemiyorum. “nalet gelsin kaldım burada” derken canım patronum bana acıdı da eve gönderdi. aralıksız 12 saat uyumuş olabilirim. hiç bir şey yiyip içemedim. ertesi gün bir tık, ama ba vallahi bir tık daha iyi hissediyordum. doktora gittim. en azından bunu yapabilecek takat buldum kendimde. o da üşüttüğüm gerçeğini doğruladı. vay arkadaş! sarıp sarmalıyorum kendimi ısınamıyorum. onca zamandır “yoo üşümüyorum ki” diye hava ata ata dolaşan ben gördüm dünyanın kaç bucak olduğunu resmen. ne kombi kar etti ne yorgan. nazi yine yok tabi. zaten ne zaman lazımken burdaki. ona da büyük yükseliyorum aslında ama du bakalım. şimdi patlayamam hiç zamanı değil. adamın ciddi dertleri peydah oldu. bir de ben üzerine delirtemem. kendimi de işte aynı böyle sakinleştiriyorum. elbette hırsımı alacağım, kanım yerde kalmayacak. başlarım derdine tasasına noktasına gelmeme ramak kaldı ya sabır 🙂

bu zor zamanlarda evde kıllı çocuğun olması çok şahane oluyor. zaten sürekli ayak ucunda yattığından sokuyorsun ayaklarını poposunun altına dooğru, ooh mis gibi sıcacık uyuyorsun. velev ki bundan sıkıldı yer değiştirdi hattaaa bazen kalkıp gidiyor bile, hemen sesleniyorsun şapşal karakterli olduğundan koşa koşa geliyor ve aynı işlemi yineliyorsun. misss:)

artık hiç dergi okumadığımı fark ettim geçenlerde. eskiden olsa edebiyat dergisi idi gezi dergisi idi bir sürü dergiye aboneliğim olduğu gibi diğerlerini de kitapçılarda kovalardım. şu an içim hiç dergi çekmiyor. çok da sıkılıyorum dergilerden. popüler dergileri zaten oldum olası pek sevmezdim ama bir varlık dergisi bile almıyorum artık. içim şişiyor benim. (mecazi anlamda) demek ki bu da böyle bir dönem deyip geçmek istiyorum fakat bence değil. bence dergiler eskisi gibi değil. bu rezenişimi de şuraya bırakayım.

bu aralar serzenişlerle doldu hayatım. çünkü youtube’da sürekli minivanları ile dünyayı gezenleri izliyorum. hatta bu sıralar türkiye’den de epey van yapıp yola çıkanlara denk geliyorum. hasetleniyorum canım sıkılıyor. bir kaçını sen de izle sence gıcık ol diye paylaşıyorum bak.

bunlar en sevdiğim iki kanal. bir kaç tanesi bende tamamen şov izlenimi yarattığı için pek sevmiyorum. samimi bulmuyorum diyelim. bir çanta ile dünyayı gezenlerden buralara geldim. bir gidesim mi var benim bilemedim. aslında evde olmayı da seviyorum ama sanki beni bağlayan şeyler olduğu için evdeymişim gibi de gelmeye başladı. şu nazi bir netleştirsin işlerini bence bir yol yapmamız lazım artık bizim.

tumblr_osd39mwowy1v60ap4o1_540

bak bööle ev de hayalim. yahu ne yaşarım ben burada yaaa!!!

ağlamıyorum gözüme toz kaçtı da 🙂

 

öptüm kib bay

 

düğünler sizin olsun ben gidiyorum

küçük bir kız çocuğu iken annemlerle tatile çıkmadan önceki gece uyuyamazdım. sabaha karşı anca heyecanıma yenik düşer uyurdum, babam da sabaha karşı uyandırırdı. bir gün önceden arabanın bagajını ağzına kadar doldurur her şeyi hazırlardık. annem yolluklar yapardı. sabah henüz gün doğmadan yola çıkardık. annemin en sevdiği kasetler çalardı yolda bense walkman’im ile arka koltukta sefamı sürerdim. babam tatile çıktığımızda bambaşka biri olurdu. şimdi neye sinirleneceki neye bağıracak diye düşünmezdik. her mola yerinde dondurma, su, çikileta ne istersem alırdı. galiba o da yeni başlangıçları severdi. ama onun neşesi daha kısa sürerdi gideceğimiz yere vardıktan bir kaç saat sonra her şey artık sıradan olmaya başlar, etrafa bağırıp çağıran bir adam olurdu. evden çıktığımıza, uzaklara geldiğimize sevincim kısa sürerdi. çünkü orada kaçabileceğim bir odam da olmazdı. mecbur ortalıklarda azar işite işite gezerdim.

şimdi kocaman bir kadın oldum ve hala yolculuklar beni çok heyecanlandırıyor. hala bir gece önceden uyuyamam. dün gece kitap okuya okuya uykuya dalmışım pek hatırlamıyorum saati ama 04:00 de pat diye açıldı gözlerim. bir uyudum bir uyandım. kafamda planlar yaptım, hangi gün nereye giderim, ne yaparım, ne yerim, ne içerim. bıraksana oysa kendini bilinmeze. plan yapmamaya çalıştım. bu tatil plansızım. sadece mottom yavaş olacak. koşturmadan, sağımın solumun farkına vararak, derin deriiin havayı soluyarak yaşamak istiyorum bu on günü. mışık’ı da aşırı özledim. onun deli manyak zekasına teslim edeceğim kendimi. plan yapmadan yaşamak istiyorum, düşünmeden. sadece izleyerek. kendimi bırakmak ve evrenin bana vereceği her şeye kucak açarak yaşamak istiyorum. bu sefer uzun uzun araç da kullanmayacağım. unutulmaz bir on gün yaşamak istiyorum. nazi sevgilimin izni olmadığı için biraz da kafa dinlerim diye düşünüyorum. beni kolumdan oraya buraya sürükleyecek kimse yok.

ooof bir de şu düğün havalarından uzaklaşmak istiyorum. evi tutarken öğretmen evinin bu derece tehlikeli bir yer olabileceğini fark etmemiştim. sabah akşam düğün salonu mübarek. hayır dibimde de değil ama cam çerçeve açık olunca yemin ederim şu an evde 9 – 8 ‘lik roman havası çınlıyor. bu yazıyı ufaktan göbek atarak yazıyorum. çünkü serde rümelilik var. kanım kaynıyor.

bırakmanın tam zamanı. bugün bırakamadığın ne varsa onları düşün ve bırak. en azından dene. uzun zamandır bırakmaya çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki korkacak hiç bir şey yok.

yarın şurada yüzümü yıkamayı planlıyorum. 🙂

Selimiye-Marmaris

ve şunu da şuraya iliştireyim şu an da düğünde bu çalıyor… tabi ki kıraç’dan değil ama kimin ya da kimlerin söylediğini bulamadım.

 

öptüm kib bay.

 

 

 

 

hasetlik mode on

tatil moduna öyle bir girdim ki evde yemek yapmıyorum, alış veriş yapmıyorum, kahvaltılık bile bitti ve daha gitmeme de var yani. nasıl ihtiyacım var ise tatile, delirmeye şimdiden başladım. aşırı motiveyim tatil için. iş filan yapmıyorum mesela ofiste de. temel işler okey gerisi tatilden sonra. sanırım bunun bir sebebi de benim gidemediğim ve hayatımı heder eden kız arkadaşlarımın hepsinin gittiği atina düğünü. aşırılar aşırısı orada olmak isterdim. yalan yok. azıcık hasetlendim ve hatta bir ara bloglamayı bile düşündüm onları sosyal medyadan. fakat o zaman da gündemden iyice uzak kalacağım diye vazgeçtim. memleket meselelerinden de uzak durdum, kendimi kitaba diziye verdim ama yine de atina’da olmayı çok istedim. planlarım dahilinde yeni yıla orada girmek var. kendimi sürekli atina uçağında ve akropolis’de hayal ediyorum. çünkü hayal edersek olur bence. vize ile ilgili son zamanlarda kötü kötü hikayeler duyuyorum ama olsun. vize olayına da bir kıl oluyorum ki amaaan! sinir basıyor hatta.

sınırmış vizeymiş ne saçma şeyler yahu. o ilk çiti kim çekti, ilk burası benim diyen kim ise işte o hayatımızı s….ti. özür dilerim ama öyle. sınır çek, paralı yap, kafana göre geçişe izni ver. bu konuya fazla girmeyeceğim sarsılıyorum. neticede sınır saçma!

size de oluyor mu bazen bir takım şeylerin cılkını çıkarma? (aslında daha kaba tabir edecektim ama yukarıda küfür ima ettiğim için yazmadım, gönlümden geçen cılk kelimesi değil) mesela sürekli kitap okuma isteği? dizi izlemeden, film izlemeden, uyumadan filan sürekli kitap okumak. bazen de sadece film izlemek, bazen dizi izlemek, hep ayran içmek mesela, ya da her akşam humus yapıp yemek… son ikisi olmuyor olabilir ama konuyu anladın. takılıyorum ben. sen de takılıyor musun? bu aralar sürekli kitap okuma isteğim var. normalde de severim kitap okumayı ama takıntım kitap oldu demek bu aralar. bir arada pizza yemeğe sarmıştım. iki günde bir pizza yiyordum ki ben dışarıdan yemek yemeği hiç sevmem.  lütfen sana da olsun bu saçma durum. kendimi yalnız hissetmiyeyim.

kıllıyı teyzesine bıraktım geçen hafta. akşamlarım o yüzden aşırı boş. çocuk nasıl dolduruyordu ki akşamları diye düşündüm, sokaklarda sürtüyorduk. çünkü çiştir kakadır mesaisi var. şimdi eve giriyorum, kendimi duşa atıyorum ve sonra alıyorum elime kitabı, müzik bile açmıyorum hava kararana kadar okuyorum. şahane zevk alıyorum bundan.

en en sevdiğim yutubırın linkini de şuraya iliştirmek istiyorum. çünkü bazen de buna sarıyorum delicesine izlemek istiyorum sürekli sürekliiiii.

 

takıntılarımızla da kendimizi sevebiliriz. ben seviyorum. rutinlerimi, takıntılarımı, olduğum her şeyi seviyorum.

 

öptüm kib bay

 

 

 

sendrom gibi sendrom

eskiden yani daha gençken tatil dönüşleri bu denli komazdı bana. üç günlüğüne kaçtım şehirden gitmeseydim daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum şu an. hayatın gerçekten yavaş aktığı, her şeyin daha ucuz olduğu ve üreticiden aldığınız, kimsenin kimseyi kazıklamaya çalışmadığı yerler var hala. çalışmak istemediğimi bir kere daha anladım. yani işe gelmek anlamında çalışmak istemiyorum. bir şekilde kendime yetecek kadar param olmasını ve ormana yakın kente uzak yerlerde yaşamak istediğimi daha da fark ettim. neredeyse yirmi yıldır çalışıyorum. ve neredeyse bir bu kadar daha çalışmam lazım ki emeklilik parası almaya başlıyayım. her tatile giden gelen aynı kafada dönüyordur eminim. fakat ailesi güzide bir sahil kasabasına yerleşmiş olanlar eminim daha da acı çekiyordur.

kendime diyorum ki yazın güzel de kışın ne yapacaksın oralarda. kışın ne farkı var yazdan ki bir denize girmeyeceksin. vur kendini ormana yürü, gez.ağaca sarıldım ya gidince. evin önünde ki zeytin ağacına sarıldım. seni yine gördüğüme çok sevindim dedim. sahilde ki ağacın altında yatıp amaçsızca rüzgarda sallanan yapraklarını izledim. hiç kulaklık takmadım. denizi dinledim, konuşan insanları, çocuk seslerini dinledim. denizi kokladım. ayyy en çok koyan ne biliyor musun? burnumun direğini sızlatan an!!! eve döndüm açtım bavulu ve hiç bir şeyi yıkamak istemedim. her şey deniz kokuyor. nasıl kıyılır da yıkanır. sarılıp yatılır la manita ceketi gibi.

şehirde yaşlanıyorum diye üzülüyorum. ben ineklerin çobansız gezdiklerini 30 yaşımda öğrendim. tavuğun her gün yumurtlamadığını da. domatesi toplarken ellerinin yeşile boyandığını da. hep geç kaldım sanki ben bunlara. oysa ki küçük yaşta bence önce bunlar öğretilmeli. bu bilgiler asıl insanın hayatını kurtaran bilgiler.

1442975-500x321

dün tam döndüm eve merdivenlerden çıkıyorum dünya tatlısı komşularım ile karşılaştım. bir kahve içmeye davet edildim utanmasam akşam yemeğine kadar kalacaktım. konu romantik olmak. vardığımız nokta, neden romantizm sanki negatif bir şeymiş gibi algılanmaya başladı. buna benzer bir konuşmayı ofis kankalarım ile de yapmıştık. romantizm harika bir şey değil mi ya? yani sahte olanını ya da filmlerden öğrenilenleri demiyorum. karşındaki için ince şeyler düşünmek, karşılık beklemeden bir şeyler yapmak, sırf onu mutlu etmek için küçük jestler yapmak harika değil mi? dün bir hikaye dinledim o kadar duygulandım ki. bir tanıdıkları varmış, kadın ikinci eşine çok aşıkmış ve birbirlerinin gözünün içine bakarlarmış. eşi gemi kaptanıymış ve bir sefere çıkmış. o sırada da birlikte ektikleri çilek bir tane meyve vermiş. tek bir tane meyve. kadının eşi dönene kadar meyveyi dalında tutması mümkün olmadığından o minicik bir tek çilekten reçel yapmış. ve ufacık bir kavanoza koymuş eşinin o gemiye gidecek arkadaşı ile eşine yollamış. senin de bu güzelliği görmeni istedim, ikimizin emeği, ikimizin sevgisi ile meyve verdi diye de not yazmış. allahım delirdim ben bu hikayeyi duyunca. bizi sevgi kurtaracak, ince düşünceli insanlar kurtaracak göreceksin. ben buna sonsuz inanıyorum. savaş, şiddet, kan, intikam, top, tüfek değil bizi incelikler hayatta tutacak. bu kadar ince düşünmek, bu kadar naif biri olmak isterim. öfkemden, sinirimden sıyrılmak tamamen nonniş olmak isterim. bence daha yolum var amaaa çok da uzak değilim 🙂 bilen bilir :)))

 

öptüm kib bay

 

hayat benden yana

bazı durumlarda özellikle olumsuz durumlarda tüm evrenin üzerime geldiğini, hatta bunu bana kasten yaptığını düşündüğüm oldu. benimle zorun ne diye söylendiğim, tabi ki bu benim başıma gelecekti diye hayıflandığım durumlar. herkesin başına, içinden çıkamayacağını, atlatamayacağını düşündüğü kederler yüklenir. hatta başına değil genelde kalbine çöreklenir. ben artık böyle durumlarla karşılaştığımda kendimi daha da dibe itmek yerine bunun geçeceğini, güzel günler göreceğimi, olanların mutlaka bana güzel şeyler vereceğini düşünüyorum. hayat bana harika sürprizler hazırlıyor diyorum. küsmeden, kendimi kapatmadan, üzerime üzerime yürümeden yavaşlatıyorum hayatı. bunu daha önceki yaşlarımda da yapmak isterdim. şimdi baktığımda bir çok içinden çıkamayacağımı düşündüğüm zorluklar yaşadım, hangimiz yaşamadık ki. parasız kaldım, aç kaldım, sevgilim terk etti, severek ayrıldım, ailemle ters düştüm. bunlar ilk aklıma gelen yıkılmalarım. işte, artık yıkılmıyorum. bunlara artık yıkılma gözü ile bakmıyorum. yıkılırsam da kalkarım. şunu çok iyi anladım ki düşünce kalkıyorsun. ister geç kalk, ister erken eninde sonunda yolunu buluyorsun. bir an önce toparlanmanın hayatı ve güzelliklerini kaçırmamak gibi bir artısı oluyor. fark etmez geç kalksan da içinde bulunduğun durumu iyice anlıyor olabilirsin. yani geç ya da erken diye bir şey yok. her şey tam da zamanında olur.

hayatımda ilk defa grileri öğreniyorum. hayat gerçekten siyah ve beyaz değil. ya herro ya merro değil. bu kadar zorlaştırmaya gerek yok. bırak. sen deli gibi tutsan da, yapışsan da o seni bırakacak bir gün. hayat çok güzel. acıları da beni ben yapan durumları. bu acılardan, bu zorluklardan geçmeseydim tam da böyle bir kadın olmayacaktım belki de. şu an olduğum kadından çok memnunum. daha iyisi elbette olurum. fakat tam da şu an, şu bulunduğum bedenden, hislerimden, içimden geçenlerden, neşemden sonraaa bulunduğum ofisten, iş arkadaşlarımdan, yaptığım işten, evimden, nazi sevgilimden, kıllıdan, kuzu şahsiyetten, çocukluk hatası arkadaşlarımdan tüm tüüüüüm benim olanlardan ve bıraktıklarımdan memnunum. yola devam etmek istediklerim ile harika yollardan geçeceğim, bıraktıklarımdan çok şey öğrendim. hiç ayrılamam dediğim sevgililerden ayrıldım, hiç yaşayamam dediğim yerlerde yaşadım, asla çalışamam dediğim işleri yaptım. tam da şu an istediğim noktadayım. evrenin benim için güzel sürprizler hazırladığını biliyorum. ona çok güveniyorum. bence artık biz çok iyi anlaşıyoruz.

bu bayram tatili ile ilgili ofiste konuşurken birden bire araba kiralayıp tatile gitme planını yaptık. hatta sonrasında aşırı gaza gelip seneye gideceğimiz tatili bile planlamaya başladık. araç kiraladık. daha doğrusu rezervasyon yaptık. tam rezervasyon yaparken site güncellendi ve 200 TL arttı aracın fiyatı. “olsun napalım yeaaa” deyip rezervasyonu yaptık ama parasını ödemedik. çünkü evrenin bizim için planları vardı. düne kadar başka bir firmadan başka bir araca rezervasyonumuz varken dün 200TL daha düşüğüne üstelik ekstra sigortalı şahane bir araç ile değişti arabamız. çünkü evren 🙂 daha öncekinin parasını ödememiştik ama bunu hemen ödedik. dört kadın gidiyoruz tatile. hiçbirimiz regl olamıyorduk. aynı yerde çalışan ya da aynı evde oturan kadınların aynı anda regl olma gibi bir durumları olur, bilenler bilmeyenlere anlatsın 🙂 havalardan mıdır nedir olamadık olamadık derken bir kişi eksik çözüldü konu. o iş de doğal yollardan çözdük diyelim. mayo tamam, deniz ayakkabıları tamam, hoparlör tamam, spoti listesi tamam, deniz yağları, yüz maskeleri, saç yağları tamam tamam tamam. biz tamamız bekle bizi deniz güneş patates kızartması ve bira. aslında gönüller bir olunca her şey zaten tamam. işin içinden çıkamadığın dönemlerde daha önce nasıl çıktığını düşün ve asla kendine haksızlık etme. param yeter mi bu tatile diye kederlenirken birden bir havadis, bir süpriz!!!! veeee diğer her şey çözüldü. senin başına gelmese bile ekipten birinin başına gelen ummadık bir harika olay seni de etkiliyor seni de yükseltiyor bunu kabul et. güzel insanlar olsun etrafında. ağladığında başını, zorlandığında sırtını, sevinçlerinde kadehini vurabileceğin insanlar biriktir. para biriktiremedim bu yaşıma kadar fakat  harika insanlar biriktirdim. afferin kendim! gel öpeyim!

Bekle bizi tatil,

öptüm kib bay

not: klip güzel seviyorum biraz hüzünlü mü dersin, çok güzel mi bilemem. umarım ben de böyle vedalaşırım bir gün. ama aslında bugün şarkının sözleri için paylaşıyorum bu klibi. 🙂

 

deli kızın çeyizi

güneşli ve nispeten sıcak bir pazar sabahına uyandık ya şimdi bugün, kıllı ile parkta “eyvaaah çok sıcak olcaaak” diye diye yürüdük. üzerime yazcılar düşer şimdi ama ne yapalım biz kıllı olanlar ve iri olanlar sıcakları sevmiyor pek. deli gibi terliyorum bir kere, sonra girdiğim yerlerde klimaları köklediler ise anında çarpıyor beni ve karnıma ağrılar giriyor. canım kış öyle mi yaaa? samimi insanların mevsimi kış. insanlar birbirine sokulur oh sıcacık, terlemezsin mesela, toplu taşımalar nispeten daha az kokar, sosyal medyada tatile giden arkadaşlarının fotoğraflarını görüp küfür de etmezsin, çalıştığın için lanet de etmezsin, eve gider sıcak çorba içer, açarsın dizini izlersin. missss. temiz iş. yaz olunca tatile gün saymalar, sıcakta şehrin azap verici olması filan deli ediyor beni. bir de hava sıcak olunca sıcak şeyler içemem ben. mesela şu saatten sonra sıcak kahve, sıcak çay, çorba filan içemem. hararet alır filan deme bana çok rica edeceğim o konu büyük kandırmaca bence.

neyse neticede camcı geldi yunandan. aşırılar aşırısı mutlu oldum ben  ama kız resmen kutuplara gelmiş gibi oldu. neymiş çok soğukmuş da üşüyormuş daaaa yunan böyle değilmiş deeeee. dün akşam iki dakka kapıda kaldı aradı donuyorum kış geldi kapıyı aç diye. ay daha neler. asıl siz nasıl yaşıyorsunuz atina’nın 34123432 derece sıcağında. kurban olayım serin havalara. çok ağlicaksınız bak temmuz sonu gibi sıcak diye benden söylemesi. bu camcı evini ufak ufak boşaltıyor. bir arkadaşı yaşıyor zaten onun evinde, hatta eski evinde bile diyebiliriz artık. kız pek camcının eşyalarına elini sürmedi şimdiye kadar, ha geldi, ha gelecek diye düzenini bozmadı ama bu son 6 ay da kurban olurum bir daral gelmiş ki en azından etraftan süsleri, incikleri cincikleri toplayayım demiş. 2 koli etmiş o incikler cincikler. dün gittim camıcı’ya da kolileri açtık içlerinde neler var neler annesine gidicek, neler yunana gidecek neleri bana verecek ayrıştıralım dedik. ay onu götürücem bunu götürücem, ay ben bunu bırakamam filan diye diye neredeyse her şeyi yunana götürüyordu. bavula sığamayacağını anlayınca da eşyaların hepsini yunana götürmek için araç kiralama filan bakarken bulduk kendimizi. sorsan bize ikimizinde de eşya bağımlılığı yok. meeeh!!! insan ilkokuldan beri bir mumu neden saklar?! her gittiği ülkeden dünyanın en saçma şeylerini toplar ve onlara nasıl veda edemez? resmen eşyalarımıza bağlıyız işte. kitaplarımızın hepsini yanımızda istiyoruz. süslerimiz, minnak kutularımız, tablolarımız, kutu koleksiyonumuz, ay her şey her şey işte. neymiş efendim masasını sandalyelerini çok seviyormuş onları da götürecekmiş araba ile gidersek. gideriz de götürürüz de benim sıkıntım da bu. yaparız yani. baktık dün yapılabilitesini de gördük. hem de karadan gider geze geze gideriz filan diye kasım için bir ufak araştırma yaptık. taşıdıklarımızın tek tek fotosunu çekeceğim. gerçekten yapıcam bunu. seneler sonra çünkü ben ona saçma sapan şeyler için bu seyahate çıktığımızı anlatınca, hayır yeaa öyle değil, filan diyecek bana. peki diyorum oradan dönersen sonra ne yapacağız bu eşyaları. ona o zaman bakarız diyor. mantıklı. bir de orada aldıkları var ya eve. neyse neticede itiraf etmeliyim ki benim de ondan aşağı kalır yanım yok. taşınırken, ki seri taşındım son zamanlarda, oradan oraya taşıdığım süs eşyası yaklaşık 4-5 koli tutuyor, kitaplar 9- 10 koli filan tutuyor.

hatıra olsun camcıdan diye bir kaç şey ben de evime alırım, batan geminin malları bunlar, kolilerde kalacak depoda zaten yeaaa diye diye 3 dev torba eşya ile geldik benim eve. biblolaaaaar, kitaplaaaar, kalemlerrrr… yaşasın istifcilik. dün kütüphanesini  boşaltırken mesela ne kitaplar ne baskılar bulduk. ha bir daha okur musun hayır, ama onların orada olmasını seviyoruz. ben son taşındığımda hepsini ama hepsini dağıtmıştım. dün bir pişman oldum ki anlatamam. tamam sade yaşam tamam fazla eşyalardan kurtulalım da bazı anıları, bazı kitapları sonsuza kadar tutsak bişi olmaz. kırık olanları atalım evet ama onun dışında bir evi ev yapan yaşanmışlıklar. ve o kitaplarda, süslerde filan hep yaşanmışlıklar var. kendi savımı dün çürüttüm ve yaşasın istifçilik yeni mottomdur. ilk taşınmada buna pişman olacağım ama olsun 🙂

şey, şeker ile de ilgili bir iki şey söyliyeyim. şeker kısmı hala çok az hatta yok denebilir. ama yemek konusunda delirmiş durumdayım. semtin pazarında bir gözlemeci var!!! oooff! dün onu gömdüm söylemesi ayıptır, sonra da akşam kendimizi camcı ile dizi izlerken çin yemeğine batmış bir halde bulduk. noodle ve çin mantısı ile geceyi taçlandırdım. tatlı yemedik ama :)) konu işlenmiş şekerdi zaten. ona devam mümkün mertebe ama beni yemekle sınamayın! iki gün önce de nazi sevgilim ile bir hamburger gömdük ki söylemesi ayıptır pişman değilim şimdi olsa yine yaparım. bu hafta kendimi zeytinyağlıya ve meyveye vuracağım da azcık dengelensin.

bunu da camcı’dan aldım bak ve bugün başladım. şimdiye kadar okumağım için ayıplama gözünü seveyim bu konuda biraz eziğim.

0000000058913-1

okuyayım yazarım hissiyatımı. gideyim de güzel bir soğuk kahve yapıp kitabımı okuyayım, ay yoksa bir kaç bölüm friends mi izlesem, parka da gidebiliriz yine… (uyudu)

 

öptüm kib bay