duygusal manipülasyon

son zamanlarda maruz bırakıldığım durumun adı, duygusal manipülasyon.

google’a sordum; Duygusal manipülasyon, kişinin kendi isteklerini gerçekleştirmek ve diğeri üzerinden avantaj elde etmek için direkt ya da dolaylı olarak sergilediği tutumlar şeklinde tanımlanabilir. Manipülasyonu yapan kişinin yani manipülatörün amacı ayrıcalık ve güç sağlamak, kontrolü ele geçirmek olabilir, diye bir cevap ile karşılaştım.

iknaya ve manipüle edilmeye çok açık biriyim. kimseye hayır diyemem, yardım isteyen birini geri çeviremem. bu davranışlarım da kötü kişiler tarafından fark edildiğinde işte bu tarz zorbalığa maruz kalıyorum. bence bu tam bir zorbalık. konuyu uzun uzadıya anlatamam fakat en kısa hali ile patronumdan maaşıma iyileştirme istedim, önce bunu yapamayacağını şirketin kar zarar tablosu üzerinden anlattı, sonra işim zaten zor da olmadığından dem vurup, şahane bir çalışma ortamımız olduğu ile olayı zirveye taşıdı sanıyorsun amaaaa zirve orası değil. zirve bence kız arkadaşının ve benimle aynı iş yerinde çalışan kardeşinin maaşını bana söylemesi idi gibi ama değiiiiiiil. yani evet iyileştirme için bunları söyledi, fakat sonrasında sistematik olarak çok zor bir dönemden geçtiğini anlattı. konuyu bambaşka yerlere götürdü. ve final de ona eski eşi ile arasında bir konu için yardım etmemi istedi. işte zirve burası. şaşkınım. şaşkınlığımın sebebi insanların bunu bilerek yapması. bilerek maduru oynaması benden daha da zor bir durumda olduğuna beni ikna etmesi ve sonunda da ona yardımcı olmam. ama o bana yardımcı olmadı. beni geçim derdim ile baş başa bıraktı. kendime sinirliyim. bazı şeyleri hala söylemediğim için, başkalarını kırmaktansa kendimi kırmayı tercih ettiğim için kendime sinirliyim.

evren aşamadığın konuları aşman için sürekli karşına çıkartır der ice. yerden göğe kadar haklı bir laf. ve benim yine farkında olduğum ama baş etmek konusunda yol kat etmediğim bir konu.

güzel şeyler de olmuyor değil. the sinner’ın yeni sezonu gelmiş mesela onu izlemeye başladım. ama kafam çok dağınık olduğundan bir odaklanma sorunu yaşıyorum. iç ettiğimi düşünüyorum diziyi. hayat kaçıyor gibi geliyor bana sürekli bu aralar. her şeyi not alıyorum. telefonum ve ajandam okunacak ve izleneceklerle dolu. ama bir yandan da ne okuyabiliyorum ne de izleyebiliyorum.

demek ki bugünler de böyle olacakmış. bir yetersizlik hissi bir odak sorunu yakamda. kabul ediyorum ve bırakıyorum. 15 gün ard arda meditasyon yapacağım diye çıktım yola geçen gün onda da başarılı olamadım. arada bir ya da iki günü atladım. bu aralar istikrarlı olduğum tek şey aralıklı oruç. 3. haftadayım ve şahane gidiyor. zorlanmadan ve hayatıma yeni şeyler katarak mis gibi yol alıyorum. üstten üstten konuşmayacağım hiç bu konuda. şu an yürütebiliyorum bunu o kadar. 3 haftadır ekmek yemedim, makarna ya da pirinç pilavı yemedim. bu bile kendime afferin demem için yeterli. ne demiştik daha önceleri, kendimizi dövmeyeceğiz.

şimdi kereviz yapayım gidip, brokoli kalmış dolabın derinliklerinde onunla da çorba yapayım filan. lodos var her şeyin sorumlusu o diyelim kendi sırtımızı sıvazlayalım.

öbdüm kib bay

öneri bombardımanı

uzun zamandır bu kadar film, dizi, kitap ile sarıp sarmalamamıştım kendimi. bu anlamda şahane bir hafta sonu oldu. okumaya, izlemeye, dinlemeye doydum resmen. ve çocştukça da coştum.

öncelikle azcık podcast öveceğim. podcast dinlemeye bayılıyorum. olumlu dünyadan sonra olumlu dünya’da duyup hemen dinlemeye başladığım deniz öztaş’a ayıracak vaktim yok podcasti. yemek yaparken, temizlik yaparken ya da işte boş boş dururken dinlemelik. hatta şu an da dinliyorum ama şunu fark ettim podcast dinlerken yazı yazamıyorum. o yüzden daha sakin bir şeyler eşlik etsin bana diyerekten canım spotifimin odaklanma listelerinden biri ile devam ediyorum.

ne diyordum. kitap, film…

bizim yayınevinden çıktığı için övmediğimi söylemeliyim. şahane bir hikayesi olan çok güzel bir roman. yazarını tanıdığım için de övmüyorum zaten sinem sal’ın da ilk romanı. çok seveceğim garantisini veriyorum. kitabın kahramanı mihrap ile arkadaş olmak, onu dinlemek, onu izlemek… off içinde şahane müzikler var bir kere. neşe karaböcek mi istersin, erkin koray mı, ya da sezen aksu mu mesela. mutlaka okurken birden durup o şarkıyı dinleme isteği uyandırıyor. bu yüzden de aslında hemencecik bitecekti bitmesin istedim müziklerini dinledim uzun uzun. belki de hikayenin geçtiği 90’lar benim yeni gençliğime tekabül ettiği için bu kadar sevdim hikayeyi bilemiyorum. aşırı klişe olacak biliyorum ama işte bizden biri. kadın hikayesi, eski istanbul semti filan. aşırı tatmin edici oldu benim için.

filme gelince. netfilix’de uzun zamandır izlenecek pek bir şey bulamamaktan yakınıyordum. imdadıma yetişti.

durgun ve sakin bir filmdi öncelikle onu söylemem lazım. bu aralar çok fazla polisiye izledim filan diye belki bana iyi geldi bilmiyorum. başrollerinde ralph fiennes ve carey mulligan var. bu da tabi filme artı bir beklenti katıyor. benim beklentilerimi karşıladı. gerçek hayat hikayesi kesiti. bir roman uyarlaması hatta aynı zamanda. spoliler vermeden filmi anlatamam. yazamam. yani birine bir filmi anlatırken neredeyse tüm detayları anlattığım için hatta kızılı bana, bir yandan insanda izleme isteği uyandırırken bir yandan da aslında bütün filmi anlatıyorum sürprizi kalmıyor. izlensin. bu

he bir de izlenmesinim var. 50 metrekare. olmamış. burak aksak bile yazsa olmamış. leyla ile mecnun’dan sonra bir şeylerinin tutmaması can sıkıcı tabi. buna da bir heves başladım. baktım yapamıyorum yardımcı destek olarak big g ile izlemeye karar verdim. 1 bölüm izlemiştim zaten, onu bekledim birlikte izledik. 3. bölümde vazgeçtik. yıldık. devam edemeyeceğim. öylesine bile izleyemeyeceğim.

ne zamandır sosyal medyada reklamlarına maruz kaldığım ve çok merak ettiğim gazete oksijeni de bugün gidip aldık. kitap bittikten sonra bana şahane bir duygu geldi. sanırım bunda güneşin de etkisi var. soğuk ama güneşli havalara bayılıyorum çünkü. dedim ki daha bir şeyler okuyayım ve semtte ki bir marketten değil de bir tık daha yürümelik başka bir yerden gidip gazetemi aldım. sokakların bomboş olması beni hiç üzmedi yalan yok. insan pek sevmiyorum. yani assos’da olsam datça’da olsam filan severim de istanbul’un göbeğinde kalabalık cidden çekilmiyor. o yüzden de içime başka bir neşe gark oldu. 10 tl olması beni biraz üzdü yalan yok. gitmeden önce komşuculuk müessesi adına elif’de uğradımdı, o da bir tane istedi. derken param yetmedi kart geçmedi derken şu an 20 tl borcum var. yarın ofis günü giderken hop diye hallederim konuyu. zaten bunu da bayi teklif etti. yarın bırakırsınız dedi. canım semtim. bunu mesela dibimdeki market önermez bak. öneremez çünkü. ama iyi ki de yürüdüm de böyle bir güzel olaya da ne zamandır şahit olmamıştım oldum. neyse, gazete oksijen şahane. parasını son kuruşuna kadar hak ediyor. ne zaman bozulur ne zaman vazgeçerim bilmiyorum. en son ne zaman evire çevire gazete okudum anımsamıyorum derken bayıla bayıla okudum. hatta bazı yerlerini bilerek sonraya bıraktım ki 10 tl’min hakkını her gün alayım bir gün değil.

aralıklı orucum şahane gitmekte. hatta bu kadar kolay adapte olmuş olmam beni bir tık kuşkulandırıyor ama yani salı günü tartılacağım. ve bir şeyler gitti iseeeeeeee demek ki yanlış hiç bir şey yapmıyorum. kendimde fark ettiğim çok fazla bir şey yok. sadece gerçekten acıkıyorum ama bu beni öldürmüyor. hatta yemek az yemeye başladım çünkü çok ama çok doyuyorum. sanırım beslenmeyi şu an öğreniyorum. dün akşam bir tabak çoba içtim ve yarım kase salata yedim. tamamı bitmedi. mümkün değildi bitmesi. 2 litrenin üzerinde su içiyorum. o biraz sıkıntılı. çünkü çok fazla tuvalate gidiyorum. gece bile 2 defa şu an için. fakat çok güzel uyuyorum. çok dinç hissediyorum. her şeyi yiyebilirsin kafası da beni strese sokmadı. bu böyle gidebilir cidden. biraz daha sonra daha da uzun oruç saatlerini deneyebilirim bence.

akşam 7 de yemek olayını bitirdiğim için gitmem lazım. bir şeyler hazırlayacağım kendime. 2 defa yemek yediğim için yemeğime baya özeniyorum artık.

aralıklı oruç da tavsiye ediyorum.

öbdüm kib bay

kokular, müzikler, öpüşler…

isim hafızam hiç iyi değil. kelime haznemin de çok geniş olduğunu söyleyemem. fakat kokuları unutmam. isimlerini belki hatırlayamam kişilerin ama tanıştıksa, bir yerde oturduksa kokusunu bilirim. o kişinin kokusu olmasına gerek yok ortamın kokusu gelir hemen burnuma. iş görüşmesi için bir kafeye gitmiştim mesela adamların yüzlerini bile zor hatırlıyorum fakat oturduğumuz kafenin kokusu kafamda çok net. çok sevdiklerimin kendi kokularını da bilirim. parfümlerini kodlarım. tanımadığım biri yanımda o kokuyu sürmüş geçsin hemen hatırıma gelir “aaah bu atina’daki camcı’mın kokusu” diye.

sevgililerimin kendi kokularına aşık olurum mesela. bir gazetede yıllar önce okumuştum aşık olduklarımızın ter kokuları bile bizi rahatsız etmez, diye. o kadarını şu yaşımda sanmıyorum. ama daha genç yaşımda önemsemediğim zamanlar olduğunu da anımsıyorum. ergenlikte aşık olduğum çocuğun tshirtünü alıp koklayarak uyuduğum gurur duymadığım zamanlarım oldu. ooff bir ara da her şeyleri saklardım. içtiğimiz son sigara paketini, gittiğimiz sinema biletlerini, ya da uzun bir seyahat ettikse onların biletlerini. çok yeni attım hepsini desem beni yargılar mısın? 🙂

sonra bazı anlarım müzikleri var mesela. lise de çok aşık olduğum bir çocuk vardı. ne yazık ki çok yakın arkadaş olmuştuk. ben şu çok güzel kızın yanındaki çirkin kızdım. o yüzden de erkekler genelde o kıza yakın olmak için benimle kanka olurlardı, ya da düz kanka olurlardı. 🙂 bu yüzden ergenliğim platonik aşk enkazı ile doludur. neyse bunlardan biri en yakın arkadaşımın manitası oldu benim de çok yakın arkadaşımdı.

bu şarkı hep onu hatırlatır bana. o dönemin en popüler şarkısı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. bazen bir radyoda (evet hala radyo dinliyorum) ya da spotimde birden karşıma çıkar ve hemen o yıllara giderim. okuldan kaçıp civardaki bütün kafeleri mesken tuttuğumuz zamanlar. bakırköy sahilinde o zamanlar okey oynanan cafeler var oralara giderdik. ya da sadece saatlerce bir kafede oturur çay içerdik kalabalık tayfa ile. eninde sonunda da kovulurduk mekandan. kız arkadaşım tek başına çıkamazdı evden birlikte çıkardık benim platonik aşkım olan onun sevgilisi de bulunduğumuz yere gelirdi. erkek kankalarım gibi kız arkadaşlarımın aileleri de beni çok sever güvenirdi. bazılarına çok fena yakalanmış ve güvenlerini kökten sarsmışlığım var.

almış kankamı taksim’e gitmişim. nevizadenin sonundaki birahanelere. o zamanlar orada birahaneler vardı. yanımızda erkek arkadaşlarımız var. ama gerçekten arkadaşlarımız. bir bira iki bira derken bir fark ettik ki 2 metre ilerdeki masada kız arkadaşım babası oturuyor. hakkını yememek lazım olay çıkarmadı adam, aldı arkadaşımı gitti. evde dövmüş. benimle konuşmasını yasaklamış filan.

25 yıllık kankalarımda çocukluk yıllarımız. defalarca ve defalarca ve defalarca dinliyoruz.

tabi albüm yeni çıkmış sadece bu değil bütün şarkıları sömürüyoruz. yeni yeni rock dinlemeye başlamışım ben. ama buna da asla kayıtsız kalamıyorum tabiki. sonra yine lise’ye dönüyorum. ortamım değişmiyor, okulum aynı arkadaşlarım biraz değişiyor sanırım çünkü arabeske düştüğüm bir zaman var hayatımda. bundan da memnumum. cengiz kurtoğlu ile tanıştığım yıllar.

kral tv var o yıllar artık. kantinde açık. boş derslerde ya da tenefüslerde kliplerini de izleyebiliyorum artık. dün gibi. patso yiyorum ya da simit yanında da şişe kola.

sonra üni var mesela. ortam değişiyor, arkadaşlar değişiyor, şehir değişiyor. artık bayadır rock dinliyorum. ve elbette kaset zamanı. para biriktirip kaset alıyoruz, kaset dolduruyoruz filan.

elbette bu albüm var bende. sürekli dinliyoruz. mışık var o zamanlar yeni tanışmışız o da ev aradaşımın manitası ama ona platonik aşık değilim. biz bunu açtıkça isyan ediyor. çünkü rock bu değil ona göre. o bunları aşmış çok daha sert şeyler dinliyor. benim kafam hala onlar pek kaldırmıyor. uzun uzun dinleyemem. okuduğum şehirde o zamanlar bir tane bar var. nasıl oldu ise barın paçoz barmeni ile takılıyorum çok havlıyım. ama albette orada sadece türkçe pop çalmakta. hemen hemen her akşam okulu asıp gidiyorum. hafta sonraları da zaten illa parti var o barda. bira 1 tl olabilir 🙂

genelde hareketli şeyler çalınıyor ama zamanın en romantik ve çiftlere piste aldığımız şarkısı bu. bir tane daha vardı ama işte hatırlamam için çalması lazım. listelerden de bulamadım. bence iyi ki bulamadım. 🙂 neyse bendeniz ve metallica arasında gidip gelip nirvana dinlediğim yıllar üni. bu yüzden hatırlamam için baya geniş bir yelpazaye sahibim.

şu hayatta delicesine ama hastalıklı olarak aşık olduğum ve işkenceler içinde yandığım yıllar oldu. başkaları ile olup yine ona döndüğüm uzun seneler. her şey çok net değil onunla ilgili. sanırım bellek yer açmak için önce acı veren anıları siliyor. fakat bir iki şarkı var ki cıızzz hocam.

biri bu. çok net. sürekli dinliyoruz. o zaman artık kral tv dışında da müzik yayını yapan kanallar var. ben tabi ki mtv izliyorum 🙂 fakat bir tarzda acı çekmek olmaz. çok fazla tarzda bu acıyı yaşamam lazım. bana bir hikaye anlatıp defalarca dinlediğimiz bir şarkı vardı.

ah nasıl acır canım il notadan itibaren anlatamam. kokusu da hemen geliverir burnuma. yaşım 20. her haline hayranım. söylediği her yalanı sorgusuz dinliyorum. beni ilk öptüğü yer ilk elimi tuttuğu sinema hepsi hucum ediyor beynime. ve oradaki kız için o kadar üzülüyorum ki anlatamam. çok inanıyor çünkü. çok çok seviyor. bilmiyor ki bu hayatı boyunca unutamayacağı bir acı olacak. bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, bilmiyor. mutlu olamıyorum o kızı düşündükçe. daha önce de sevdiği oldu, kalbi kırıldı ama bu bambaşka olacak biliyorum ya, üzülüyorum duyguları için.

sonra biraz işler değişiyor benim için. ya da daha mı netleşiyor demek lazım acaba?

hayatıma slash ve james giriyor. kafam açılıyor. biraz daha bulmuşum kendimi. ama hayatımın aşkını aramaya devam ediyorum. o rock bar senin bu rock bar benim taksim mekanımız. karavan var o zamanlar, kemancının ilk yeri, baya leş. payote girdi hayatımıza bir yer daha vardı kapısında çok yakışlı bir çocuk ile öpüşmüştüm. ne çocuğun adı var aklımda ne de mekanın. ama öpüş çok net. sonra tektekçi giriyor hayatıma. barlarda içtiğimiz yetmez gibi tektekçiye gidiyoruz çıkışlarda. alkol bu kadar pahalı değil taksim meydanı’nda akm önü buluşmaları var hala, meydan da cami yok. nevizade’de hala rakı içiliyor bir sürü meyhane var. bir sürü kitapçı var. robinson kapanmamış ada kafe yeni açılmış, köşede pano var ve paramız olduğu bir iki kere gidip şarap içmişiz. kaktüs kafe hala beyoğlu’nda ve kahvesine bayılıyoruz. bizi biraz aşıyor ilk başlarda ama sonra alışıyoruz etrafta ünlü görmeye. kaktüs’ün de kokusu burnumda mesela. çalıştığım derginin kokusu, plazanın kokusu hepsi kafamda.

belki de bu şekilde kayıt etmek daha güzeldir isimlerden ziyade kim bilir. balipaşa fırının ekmek kokusu üzerine bir fırın kokusu bilmem hala.

aralıklı oruç yapıyorum, kapanışa 2 buçuk saat kaldı yemek yapmaya gidiyorum.

öpdüm kib bay

sıkıntı, iç bayması, kaygı

ruh halim çok dalgalı değildir aslında benim. genel itibarı ile neşeli kategorisinde değerlendirilebilirim. olumlu bir insanım, yine bir genelleme kendim hakkımda. fakat aynı zamanda da çok çabuk endişelenirim.

durduk yere endişelenmiyorum bence. yakın zamandan örnek vereceğim, ev sahibim aradı. semtte konumu itibarı ile kiralar pahalı. semtin konumu şehir merkezi çünkü. ben nispeten daha makul bir fiyata oturuyorum. ilk tutuğum günden beri de bir kere bile kiramı aksatmadım, sene dönümlerinde de kendimce zam uyguladım filan. geçtiğimiz senelerden birinde ev sahibim benim vergi dairesindeyken arayıp kiramın ne kadar olduğunu sordu hatta. o derece farkında değildi konunun. söyleyince de kirayı ” aa ama azmış” filan dedi kapadı telefonu pek de ses etmedi sonrasında. ben de etmedim. çünkü neden edeyim.

ta ki dün akşama kadar. akşam aradı beni ve birden bire bir rakam telaffuz etti. şimdiki kiramın %30 zamlı hali söylediği rakam. ben daha “ne!” demeden de sıraladı, efendim zor geçiniyormuş bir kira ve emekli maaşı ile ve ben ucuza oturuyormuşum. evi kendisinin ve yine bizim semtin biraz aşağısında yaşayan aslen mimar olan ama sonradan yazar olan, tek başına yaşayan bir kadın benim ev sahibim. geçinemiyor. haklı kimse geçinemiyor. ona da böyle söyledim. fakat, benim sizin gibi bir gelirim de yok kira geliri gibi kaldı ki pandemi yüzünden durumlar ortada, piyasa ortada insanlar kirasını faturasını ödeyemiyor, ben de çok zorlanıyorum ama kiranızı da hiç aksatmadım filan geveledim. geveledim diyorum çünkü ne demem lazım bir anda bilmiyorum. gevelememden fırsat bana ev arkadaşı mı bulsan minvalinde bir de akıl vermez mi?

işte bu düşüncesizlik, bu aklına geleni söyleyebilmek benim her zaman en nefret ettiğim şey. hastalığın en başında yaşını bildiğim için kendisini hiç tanımadığım halde yardım teklif etmiş biriyim ben. alış verişinizi yaparım isterseniz, size yakın oturuyorum elimden geleni yaparım demiştim. oradan biraz hasbihalimiz var. yani az çok nasıl biri olduğumu işimi gücümü biliyor yüz yüze tanışmamış olsak da. kafasına göre zam ile akşamın bir saati de arıyor. can sıkıyor. düşünmeden konuşuyor. beni anksiyetelere sürükleyebiliyor. ev baktım, taşınma masrafına baktım, kafamda binlerce ama binlerce soru ile ağladım ağladım ağladım. etrafındakileri görmeden yaşayan, ağzına her geleni düşünmeden söyleyen insanlar ben de hep bu etkiyi yaratıyor. önce bir sinir ardından da çaresizlik. bu kişi sizin ev sahibiniz ise patronunuz ise hele o çaresizliğin boyutu sizi içine alıp çiğnemeye başlıyor.

kendimi iyileştiremedim dün akşam. üzerine uyumak her zaman en sevdiğim şeydir. uyumak için elimden geleni yaptım, karnım ağrıdı başım ağrıdı gece boyu, kan ter içinde uyandım defalarca. sabah kalktım ve dedim ki, dur! canım benim bir dur! neden kendine bunu yapıyorsun? bu durum bir başkasının başına gelse ona ne diyeceksem kendime onları söyledim. daha hiç bir şey olmuş değil, olabilir de olmayabilir de. eğer olmaz ise hiç bir şey sen kendini boşa yormuş hırpalamış olacaksın. belki de geçen seferki gibi mıymıylanıp susacak bilmiyorsun. belki bir şey canını sıktı düşünmeden aradı, bilmiyorsun.ve diyelim ki gitmen gerek bu evden, gidersin. daha önce defalarca ve defalarca taşınmadın sanki. aradaki tek fark kimse sana senin zamanın dışında bir yaptırımda bulunmamıştı. yine paran yoktu, ama başarmıştın. kaç defa başardın. yine yaparsın. belki daha güzeli, belki daha hayırlısı, bilmiyorsun. ve bıraktım. on küsür yılda 6 defa taşındım. hiç biri kötü değildi. hiç birinde param yoktu 🙂 ama başardım. ve her zaman her gittiğim evde iyi hissettim. hatta bir ara çengelköy’e taşınmıştım, tacizci manyak komşum olmasaydı belki hala orada bile olabilirdim. üstelik evimi sevdiğim halde taşınmıştım orayada. diyeceğim o ki kendime sakinleşmeyi, zamana bırakmayı, hayırlısının olacağına inanmayı dene. daha çok dene. bırak!

okumadığım, izlemediğim zamanı hunharca harcadığım bir dönem geçirdim. canım hiç bir şey yapmak istemedi. dün akşamdan sonra birden kendime geldim bile diyebilirim. miskinlik gitti kaygılarım sayesinde. belki de beynime oksijen hücum etti bilemiyorum. bugün daha uzun yürüdük köpük ile, kitap okudum, güzel bir film izledim yeni projem üzerine çalışmaya başladım. belki de hayrı budur bile. aralıklı oruç deneyeceğim. bugün başladım diyebilirim yarın bira daha dikkat ederek haftanın 5 günü 6 günü aralıklı oruç ile yeme düzenimi değiştirmeyi planlıyorum. bu da kendime yeni challenge olsun madem. yarın ona göre bir market ve pazar alışverişi ile başlayacağım.

bir de şunu bir kere daha gördüm, kendimi böyle çaresiz ya da köşeye sıkışmış hissettiğimde istediğim tek şey hallederiz denmesi. sen halledersinden ziyade birlikte yapabileceğimizin söylenmesi sanırım artık içimi daha da rahatlatıyor. ben yıllardır kendim halletmeye çalışıyorum zaten ama yoruldum. bu yorgunluğum da zaten nicedir var. birinin bana “dur bakalım bulacağız bir yolunu” benim dışımda birinin de beni önemsediğini ve elinin sırtımda olduğunu hissetmeme sebep oluyor. sanırım artık o kadar güçlü değilim. tek başıma her şeyin üstesinden gelmek istemiyorum. ben yine yaparım, yine çözerim ama birinin manevi olarak bile bana buradayım demesi gücümü arttırıyor. yetersizlik hissimden uzaklaşmam yardım ediyor. çünkü yetemiyorum artık. maddi olarak da manevi olarak da yetemiyorum.

oooff amma da karamsar oldu. aslında hiç böyle planlamamıştım yazıyı ama böyle aktı gitti ellerimden. varsın bu da böyle olsun. iç dökümü olsun. bahsetmek istediğim bir sürü şey var ama bir yandan da gücüm yok. kitap okumaya geri dönmek istiyorum.

öptüm kib bay