sendrom gibi sendrom

eskiden yani daha gençken tatil dönüşleri bu denli komazdı bana. üç günlüğüne kaçtım şehirden gitmeseydim daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum şu an. hayatın gerçekten yavaş aktığı, her şeyin daha ucuz olduğu ve üreticiden aldığınız, kimsenin kimseyi kazıklamaya çalışmadığı yerler var hala. çalışmak istemediğimi bir kere daha anladım. yani işe gelmek anlamında çalışmak istemiyorum. bir şekilde kendime yetecek kadar param olmasını ve ormana yakın kente uzak yerlerde yaşamak istediğimi daha da fark ettim. neredeyse yirmi yıldır çalışıyorum. ve neredeyse bir bu kadar daha çalışmam lazım ki emeklilik parası almaya başlıyayım. her tatile giden gelen aynı kafada dönüyordur eminim. fakat ailesi güzide bir sahil kasabasına yerleşmiş olanlar eminim daha da acı çekiyordur.

kendime diyorum ki yazın güzel de kışın ne yapacaksın oralarda. kışın ne farkı var yazdan ki bir denize girmeyeceksin. vur kendini ormana yürü, gez.ağaca sarıldım ya gidince. evin önünde ki zeytin ağacına sarıldım. seni yine gördüğüme çok sevindim dedim. sahilde ki ağacın altında yatıp amaçsızca rüzgarda sallanan yapraklarını izledim. hiç kulaklık takmadım. denizi dinledim, konuşan insanları, çocuk seslerini dinledim. denizi kokladım. ayyy en çok koyan ne biliyor musun? burnumun direğini sızlatan an!!! eve döndüm açtım bavulu ve hiç bir şeyi yıkamak istemedim. her şey deniz kokuyor. nasıl kıyılır da yıkanır. sarılıp yatılır la manita ceketi gibi.

şehirde yaşlanıyorum diye üzülüyorum. ben ineklerin çobansız gezdiklerini 30 yaşımda öğrendim. tavuğun her gün yumurtlamadığını da. domatesi toplarken ellerinin yeşile boyandığını da. hep geç kaldım sanki ben bunlara. oysa ki küçük yaşta bence önce bunlar öğretilmeli. bu bilgiler asıl insanın hayatını kurtaran bilgiler.

1442975-500x321

dün tam döndüm eve merdivenlerden çıkıyorum dünya tatlısı komşularım ile karşılaştım. bir kahve içmeye davet edildim utanmasam akşam yemeğine kadar kalacaktım. konu romantik olmak. vardığımız nokta, neden romantizm sanki negatif bir şeymiş gibi algılanmaya başladı. buna benzer bir konuşmayı ofis kankalarım ile de yapmıştık. romantizm harika bir şey değil mi ya? yani sahte olanını ya da filmlerden öğrenilenleri demiyorum. karşındaki için ince şeyler düşünmek, karşılık beklemeden bir şeyler yapmak, sırf onu mutlu etmek için küçük jestler yapmak harika değil mi? dün bir hikaye dinledim o kadar duygulandım ki. bir tanıdıkları varmış, kadın ikinci eşine çok aşıkmış ve birbirlerinin gözünün içine bakarlarmış. eşi gemi kaptanıymış ve bir sefere çıkmış. o sırada da birlikte ektikleri çilek bir tane meyve vermiş. tek bir tane meyve. kadının eşi dönene kadar meyveyi dalında tutması mümkün olmadığından o minicik bir tek çilekten reçel yapmış. ve ufacık bir kavanoza koymuş eşinin o gemiye gidecek arkadaşı ile eşine yollamış. senin de bu güzelliği görmeni istedim, ikimizin emeği, ikimizin sevgisi ile meyve verdi diye de not yazmış. allahım delirdim ben bu hikayeyi duyunca. bizi sevgi kurtaracak, ince düşünceli insanlar kurtaracak göreceksin. ben buna sonsuz inanıyorum. savaş, şiddet, kan, intikam, top, tüfek değil bizi incelikler hayatta tutacak. bu kadar ince düşünmek, bu kadar naif biri olmak isterim. öfkemden, sinirimden sıyrılmak tamamen nonniş olmak isterim. bence daha yolum var amaaa çok da uzak değilim 🙂 bilen bilir :)))

 

öptüm kib bay